John Singleton*
Bu atölye çalışmasında, kişisel deneyim öykü yazmanın temeli olarak ele alınacak, kendi yaşamımızdaki ve başkalarının — komşuların, akrabaların, arkadaşların ve gazetelerde haber olan insanların — yaşamlarındaki olayları kurmacaya dönüştürmek üzere şekillendirmenin (pişirmenin) yolları araştırılacaktır.
Bu bölümde, kısa kurmaca yazmaya ilişkin yedi atölye çalışması önerilmektedir. Ardıl olarak düzenlenmiş olan bu çalışmalar, başlama, malzeme bulma, kurgulama ve anlatılara biçim verme, açılış yapma, bakış-açısı seçme, ka-rakterler yaratma, monologlar üretme gibi konulara odaklanmıştır.
I. Öykü Anlatma
Bu atölye çalışmasının amacı, aile içinde tekrarlanan anlatılara dayanarak bir öyküler topluluğu oluşturmak ve gruplarla yürütülecek tartışmalar yoluyla bu “ham” malzemeden belli kesimleri kısa öykülere dönüştürmektir.
A. İlk aşamada çiftler halinde çalışmak yararlı olacaktır. Eşinizle birbirinize, ailenizde anlatılan en az iki öykü anlatın; çiftler bu öyküleri duydukları anda yazıya geçirsinler. Bu başlangıç kaydı önemlidir; anlatılanları sözcüğü sözcüğüne kağıda dökmek yerine, fikirleri, imgeleri hızla kağıda geçirme yöntemi benimsenmelidir. Kayıt, ayrı ayrı sayfalara yapılmalı ve yazı okunabilir olmalıdır. Bu erken aşamada, mümkünse, her anekdota/olaya bir geçici başlık koyun; eşlerin her ikisi de bu konuda uygun önerilerde bulunabilir. Bu, elimizdeki ham malzemeden çıkarılacak öykülerde geçen olayları ve öykünün olası izleğini odaklamada yardımcı olacaktır. Bu bölümün sonundaki atölye çalışmasında da görüleceği gibi, öyküyü odaklamak ve anlatıyı belli bir çizgi üzerinde ilerletmek, bütün kurmaca yazarlarının karşılaştığı başlıca sorunlardan biridir. Şimdi o iki öyküyü yeniden anlatın ki böylece ikiniz de öyküleri çok iyi hatırlayabilesiniz.
B. Bu ikinci aşamada çiftler, öykülerini bütün grupla paylaşır. Kolaylık sağlayacağı düşünülüyorsa, büyük bir grup, sekiz kişiden oluşan iki küçük gruba bölünebilirler. Eşlerden her biri, biraz önce dinlediği öyküyü ANLATIR; diğeriyse, eklenen ya da atlanan yerlere dikkat çekerek, anlatılan çeşitlemenin doğruluğu üzerine yorumlarda bulunur. Pek çoğumuz duyduğumuz öyküleri süslemekten hoşlanırız. İşte öyküler bu yolla büyür ve gelişir. Bizler de öyküler yaratmayı bu yolla öğreniriz. Bunlar olurken grubun geri kalan üyeleri anlatılanları dikkatle dinlemeli ve karşılaştıkları öyküleme tekniği örneklerini YAZIYA geçirmelidirler. Bu örnekler vurgulama amacıyla yineleme, eğretileme, diyalog, yerel deyişlerin kullanımı, yerlerin ya da kişilerin betimlenmesi, karşıtlıklar, hız, ayrıntıların özgülleştirilmesi, imgelerin kullanımı -aslında, anlatıyı daha canlı kalacak her türlü şey- olabilir. Burada güdülen amaç, insanların dikkatini , bir öyküyü şekillendirmenin pek çok olası yönüne çekmektir. Böylesi bir duyarlılık geliştirmeye daha iyi hizmet edebilecek tek yol, kısa öyküler okumaktır; en azından günde bir tane olmak üzere!
Bütün çiftler öykülerini anlattıktan sonra, grup üyeleri, kendi aralarında tartışıp saptadıkları tekniklerin örneklerini birbirleriyle paylaşmalıdır; üyeler tartışmalarda geçen yeni fikirleri listelerine eklemelidir. Böylelikle herkes kendi listesini derlemiş olur.
C. Bu atölye çalışmasının üçüncü aşamasında, öykülerden biri bütün grubun üzerinde daha yoğun çalışması için seçilir. Burada amaç, bir öykü çizgisi geliştirmektir; öykü, en fazla altı temel sahnede özetlenir ve bunlar ardıllık sırasına konur. Bu, bir öykü yaratmaya giden ilk adımdır. Bu noktadan sonra, öyküden başlığıyla söz edilecektir. Birinin söz konusu sahnelerin listesini tahtaya yazması gerekecektir; grup üyelerinin her biri tahtadaki listeyi kağıda geçirmelidir.
Bir sonraki adım, her bir sahnenin gruptan gelecek önerilerle geliştirilmesidir. Şimdi yapılması gereken tek şey, öykü çizgisine yeni bir karakterin eklenmesidir. Artık grup, senaryo üzerine tartışma aşamasına girmiştir; bu karışık ama verimli işbirliğine tipik olarak pembe dizilerin senaryo yazımında rastlarız; bu işbirliğinde senaryo ekibi, düzenli aralıklarla bir araya gelerek, beyin fırtınası yöntemiyle, dizi için yeni fikirler bulmaya çalışır. Getirilecek öneriler, bedensel betimlemelerin eklenmesi, diyaloglar, iç monologlar (düşünceler), yeni karakterler, bir anlatıcı sesin, başka deyişle öyküyü ‘anlatacak’ birinin eklenmesi yönünde olabilir. Bu süreç sonunda üretilenler, film ve video yapımında kullanılan öykü çizelgesi‘ne denk düşecek bir şey olacaktır; grup içinde resme yatkın olanlar, öyküyü karikatür çizgileriyle tahtaya geçirmelidirler. Bu gelişmelerden her biri, her zaman tartışmalara ve fikir alışverişine yol açar; bu, sonunda iyi yazılmış bir şeyin çıkmasını sağlayacak hep birlikte yaratıcı sayıklamalar üretme evresi olarak görülebilir.
D. Bir anlatı oluşturmak üzere yürütülen bu yaratıcılık gösterisinden sonra, çalışmanın son aşaması herkesin kendi öyküsünü yazması olacaktır. Herkes dinlediği öykülerden birini seçer; öncelikle bir öykü çizgisi oluşturur; sonra onu bir öykü çizelgesi‘ne dönüştürür, sonunda bu çizelge‘den bir kısa öykü yaratmaya girişir. Bir sonraki atölye çalışmasına pişirilip olgunlaştırılmış olarak getirmek üze-re.
2. Yeniden işlemden Geçirme
Bu atölye çalışmasında, katılımcılar büyülü öyküler — mitler, peri masalları, halk masalları, fabllar, efsaneler ve ırmak romanlar — üzerinde çalışırlar. Burada amaç, geleneksel öykülerin nasıl şekillendiğine ilişkin bir çizgi geliştirmek ve fabulalar, büyülü ve fantastik masallar yazarak imgelemi özgürleştirmektir.
Fantastik öykülerin yalnızca kaçışa hizmet ettiğini sanmak kolaydır. Aslında, bu türden masallar gündelik yaşamda karşılaştığımız şeyleri anlatır: aile içindeki kıskançlıklar ve rekabet, yasaklar, ihanetler ve aldatmacalar, sevgi ve sahiplenme, aile içi şiddet, suçluluk ve bağışlama, öç alma, nefret ve cezalandırma, hayatta kalma mücadelesi ve sadakat, cömertlik, dostluk ve fedakarlık — yaşadığımız her şey. Atölye çalışmasında, bu eski masalların kendi deneyimlerimizle olan yakın ilişkisini açığa çıkarmak hiç de uzun sürmez. Marina Warner’ın peri masallarının tarihini inceleyen kitabı From the Beast to the Blonde‘una (Canavardan Sarışına), Bruno Bettelheim’ın Külkedisi ve Kırmızı Başlıklı Kız gibi peri masallarının ruhbilimsel gerçekliği üzerine kaleme aldığı klasik çalışması The Uses of Enchantment‘a (Büyünün Yararları) şöyle bir göz atmak bile sizleri şaşır-tacak ve hayran bırakacaktır.
Fabula çizgisinde yazmak ve geleneksel malzemelerden yararlanmak, yalnızca imgelemin kapısını açmakla kalmaz; çağdaş yazara, bir anlatı yapısı ilkörneği, kendi imgelem gücünü konuşturabileceği bir temel sunar.
A. Atölye çalışması, karşılıklı öyküler anlatmayla, çalışma grubu üyelerinin kendi repertuvarlarından seçtikleri çeşitlemeleri birbirlerine anlatmalarıyla başlayabilir. Bu, herkeste bir zenginlik ve çeşitlilik duygusu yaratır; herkesi ‘büyülü’ masa havasının içine sokar; sizi, anlatıyı aktarma ve ‘seslendirme’ hissine ve fikrine alıştırır. Öyleyse atölye çalışmasının ilk aşaması, tanınmış bir peri masalını, miti ya da efsaneyi inceleyerek bu temel anlatı örüntülerine yakından bakmak olacaktır. Örneğin Hansel ile Gretel, Jack ile Fasulye Fidanı ya da Sir Gawain ile Yeşil Şövalye‘ den birini seçin ve bunların özelliklerini tartışın. Seçtiğiniz masal serim, düğüm, çözüm örüntüsünü izliyor mu? Gerilim nasıl yaratılıyor ve nasıl korunuyor? Hangi teknikler kullanılmış? Yineleme mi? Araya girme mi? Koşut kurgular mı? Karikatürize etme mi? Bu tartışma, grupla yürütülebileceği gibi daha küçük topluluklar içinde ya da çiftler arasında da yürütülebilir.
B. Tartışma hangi ölçekte yürütülürse yürütülsün, bu izleğe-ısınma süreci, çiftler halinde çalışarak ve başka masalları da ele alarak izlenmelidir/sürdürülmelidir. Çiftler defterlerine, her masalda gördükleri anlatı tekniklerinin listesini çıkarmalıdır.
C. Kendi başınıza ya da eşinizle birlikte, tanınmış bir geleneksel masalı ya da miti ele alın ve yeniden işleyin. Orfeus ve Euridis‘in modernleştirilmiş bir çeşitlemesini mi istersiniz? Pamuk Prenses‘i mi? Külkedisi‘ni mi? Mavisakal’ı mı? Güzel ve Çirkin‘i mi? Bu konuyla ilgili başka fikirler için aşağıda “Yazmaya Devam” bölümüne bakın.
Atölye çalışmasına başlamadan önce, Jamaica Kincaid’in My Mother‘ı (Annem) gibi bazı büyülü masalları ya da ‘Son Zamanlarda Ne Yapıyorum’ adlı öyküsünü, Alison Fell’in The Shining Mountain‘ını (Parıldayan Dağ) ya da Suniti Namjoshi’nin Feminist Fables‘ından (Feminist Fabllar) bir fablı okuyabilir, bunları geleneksel örneklerle karşılaştırabilirsiniz. Karşılaştırma sonucunda edindiğiniz gözlemleri defterinize geçirmelisiniz.
Geleneksel öyküler, çağdaş masallarımızın çoğunun atalarını oluşturur. Bilimkurgu yazarı Philip K. Dick, “Kurabiyeci Kadın” adlı bir öykü yazmıştır. Küçük bir çocuk, her gün okuldan eve dönerken yaşlı bir kadının evine uğrar; buraya çekilmesinin nedeni, kadının kendisine verdiği kurabiyelerdir. Çocuk kurabiyeleri yerken kadına okul kitaplarından parçalar okur; bunu her yaptığında kadın kendini daha genç hissetmeye başlar. Okumayı ve kurabiyeleri bitirdiğinde çocuk her zaman çok yorgun düşmüş olur ve evine dönmek için can atar. Annesi oğlunun yaptığı bu ziyaretlerden hoşlanmamaktadır ve ondan bu ziyaretlere bir son vermesini ister. Sonunda çocuğun son bir ziyarette bulunmasına izin verir. Kurabiyeci yaşlı kadın, bu haberi duyunca çok üzülür; çocuğa bu son ziyaret için öncekilerden daha tatlı kurabiyeler pişirir. Çocuk kendisine kitap okurken, yaşlı kadın gözlerini kapatıp onun kolunu tutar. Yaşlı bedenine enerji ve yaşam yayılır; kadın çok mutludur. Okuması bittiğinde çocuk bitkin düş-müştür; kadının evinden ayrılır; sokak boyunca ilerlerken çok güçlü bir rüzgârla savaşmak zorunda kalır. Bu arada ‘yaşlı kadın’ aynanın karşısında sevinçle dans etmektedir: Kadın artık gençtir; derisi pürüzsüz, vücudu sağlıklı ve tombuldur. Çocuğun annesi kaygı içinde oğlunun dönmesini bekler. Bir gürültü duyar. Gürültü yalnızca, içi boşalmış bir halde tahta kapıya çarpıp duran paçavradan gelmektedir.
Philip K. Dick, “Kurabiyeci Kadın”ı yazarken Hansel ile Gretel’den esinlenmiş miydi, bilmiyorum, ama bu masal, öykünün üstünde bir hayalet gibi dolaşıyor. Başka yazarlar da kurmacalarını bilinçli olarak fabllardan, mitlerden ve peri masallarından yola çıkarak oluşturmuşlardır; onları yeniden biçimlendirmiş’ modern nitelikler kazandırarak uyarlamışlardır. Angela Carter’ın The Blood Chamber (Kanlı Oda) adlı derlemesinden ya da Robert Coover’ın kitabı Pricisongs and Descants’ından (Küçük Parçalar ve Eşlik Müziği) herhangi bir öyküyü okuyun. Bu yazarların yaptığı, aslında diğer bütün yazarların yaptığıyla aynı şeydir: Geçmişteki öykülerin oluşturduğu zengin hazineden seçtikleri parçaları dönüşümden geçirerek yeniden kullanmak.
3. Ham ve Pişmiş
Bu atölye çalışmasında, kişisel deneyim öykü yazmanın temeli olarak ele alınacak, kendi yaşamımızdaki ve başkalarının — komşuların, akrabaların, arkadaşların ve gazetelerde haber olan insanların — yaşamlarındaki olayları kurmacaya dönüştürmek üzere şekillendirmenin (pişirmenin) yolları araştırılacaktır.
Yazarlar, yaşamlarının sunduğu doğrudan malzemeden başarılı kurmacalar çıkarmak için, uzaklaşma, kopma, nesnellik mesafesi diye tanımladığımız şeyi gerçekleştirmek zorundadırlar. Yakından bildiğiniz deneyimlerle aranıza mesafe koymazsanız, olaylara net bir bakış açısıyla yaklaşamazsınız ve kendi işini yapabilmesi için imgeleme gerekli alanı tanımamış olursunuz.
Bu atölye çalışmasında, öğrencilerimden birinin fikrinden yararlandım. Janet bana çorak bir manzara imgesinden söz etmişti. Bu imge, Janet’la kocasının tatildeyken çıktıkları bir yürüyüşte gördükleri bir uçurumla bağlantılıymış. Akşamın geç bir saatiymiş; karanlık çökmek üzereymiş ve ay yükselmiş. Kasabanın parıldayan ışıkları aşağıda kalmış; Janet’la kocası karanlığın içine doğru kıvrılan bir yolu izliyorlarmış. Ay birden, ardına gizlendiği tül gibi bulunan sıyrılıp açığa çıkıvermiş, her yanlarını aydınlatmış; önlerinde bomboş ve renksiz, tuzla kaplı düzlüklerin uzandığını görmüşler.
Bunları yeniden anlatırken bile pek çok kurmaca tekniğini kullandığımı görebilirsiniz!!!
Janet, bu karmaşık anıdan ve bu güçlü imgeden nasıl bir kısa öykü çıkarabileceğini bilmiyordu. Bu deneyim üzerine bir atölye çalışması yapmaya karar verdik.
A. Önce karşıtlıklar’ı aradık -bir olay üzerine kurulan öykülerin temelini. Bulmakta zorlanmadık: tuzla kaplı düzlüklerin oluşturduğu cansız, tek renkli manzarayla yanı başındaki kasabanın şen şakrak ışıkları, cıvıl cıvıl canlılığı. Konuşkan adam, sessiz kadın.
B. Çelişki’yi aradık. Koca, düzlüklere doğru yürümek isterse, kadın istemezse ne olur? Kadın yürümekten vazgeçer mi? Adana ısrar eder mi? Belki, adam bir nedenle karısının gözünü korkutmak istiyordur; yakın zamanda aralarında geçen bir tartışmada karısının kendini hor görmesinin acısını çıkarmak istiyordur. Kadın için ikilem. Kadın karanlıktan korkuyordur, bu belki çocukluğunda yaşadığı bir travmanın yol açtığı korkudur. Bu durum öğleden sonraki tartışma sonrasında kocasıyla üstü kapalı olarak vardıkları kırılgan ateşkes kararını koruma arzusuyla çelişir. Adam, kendisini düzlüklere çeken şeyin, o yerin güzelliğiymiş gibi davranır.
C. Bir sonraki aşama, biçim verme ve yapılandırma aşamasıdır. Olasılıkları gözden geçirme aşaması. Peki, şöyle şöyle olsa sorusunu sorma aşaması. Peki, bu tuhaf yere gitseler ve orada ilişkilerini yeniden düzeltecek bir şey gelse başlarına? Bu, nasıl bir şey olabilir? Kaybolsalar? O zaman ne olur? Düğüm nasıl çözülür? İlerlemeye başladık bile; bir öykü çizgisi ortaya çıkıyor.
Janet, tuzla kaplı düzlükler imgesinin, üzerinde bu denli güçlü bir etki bırakmasına şaşırmıştı. Burada iki dünya vardı. Biri parıldayan ışıklarıyla insan sıcaklığını yakınlığı ve devinimi barındıran bir yer. Diğeri, boz tuz birikintilerinden oluşmuş, yabancı, soğuk, ıssız bir yer. Bunlar öyküyü bir arada tutacak iki kutbu oluşturacaktır.
Bu gibi atölye çalışmalarında, durmadan soru sormak, ardı ardına olası senaryolar denemek önemlidir. Böylelikle farklı sorular su yüzüne çıkmaya başlar. Bu zıtlıklar, Janet’in yaşamında, şimdiye dek farkına varılmamış ve çözülmemiş karşıtlıkları (çatışmaları) mı yansıtıyor? Janet de iki ayrı dünyada yaşıyordu -evde çocuklarıyla ve üniversitede ders çalışarak. Ev güvenliydi. Üniversite yabancı, bazen de huzursuz edici bir yerdi; orada kendini bir eşikte hissediyor ve istemeden bu eşiği aşmaya zorlandığı duygusuna kapılıyordu. Öyleyse, karanlığa girme zorunluluğunun öyküsü, bire bir anlamıyla özyaşamöyküsel olmasa da, benliğin daha derin bir düzeyine inmeyi anlatıyor olabilir.
Janet’in gerçek yaşamında yürüyüş, tuzla kaplı düzlüklere girmeden sona erdi; Janet’le kocası otele döndüler. Ama atölye çalışmasındaki tartışmalardan çıkan öyküde, imgelem gücümüz adamla kadını, tartışmalarının acılı izlerini taşır halde, neyle karşılaşacaklarını bilmedikleri ve önceden kestiremedikleri bir alana girmek üzereyken bıraktı. Ay ışığı altındaki fantastik manzarayı, kaybolma ve çocuklukta yaşanmış bir travmayı, imgelem gücümüzle biz eklemiş olduk.
D. Karakterin içinden, durumunsa dışından kaynaklanan karşıtlıkları ve ikilemleri ortaya çıkarmak, olası güdüler üzerinde tahminlerde bulunmak, olası izlekleri belirlemek bu malzemenin kurmacaya dönüştürülmesine yardımcı oldu. Grup üyeleri, artık bir öykü çizgisi seçmek ve yazmakla yükümlüler. Kadınların bağımsızlığı izleğini mi işlemek istiyorsunuz? Öyleyse öykü, kadın karakterin bakış açısıyla, birinci tekil şahısla anlatılabilir; kadın, durumun denetimini eline alan, kararları veren kişi olarak gösterilebilir. İzleğin evlilik içi iktidar oyunları olması düşünülüyorsa en iyisi, öyküyü üçüncü tekil kişi ağzıyla yazmak ve eşlerden hiçbirinin olayları ağırlıklı olarak belirlemesine izin vermemek olacaktır.
Öykü, durgun yaz denizinde yansıyan ay ışığıyla simgelenen romantik aşkın tehlikeli yanılsamalarını, aşkın karanlık hakikatleri nasıl gizleyebileceğini de konu alabilir. Bu gibi bir çeşitlemede, geceleyin görülen deniz manzarası, stilize edilmiş duygusal bir deniz manzarası, tuzla kaplı düzlüklerin oluşturduğu daha ‘gerçek’ imgeyle karşıtlık oluşturabilir. Ortam ve mekân betimlemeleri, öykünün merkezi izleğine gönderme yapan eğretilemeler olarak işlev görür; böylelikle bütün öykünün dili, çift anlamlı bir dile dönüşür. Ay başlangıçta popüler şarkılardaki ay olarak ortaya çıkar ama öykü ilerledikçe, yaratılan ruh halindeki ve atmosferdeki değişikliği yansıtacak biçimde daha acımasız, soğuk bir nesneye dönüşebilir.
E. Bu gibi atölye çalışmalarında kullanılabilecek malzeme bitip tükenecek gibi değildir. Beyin fırtınası uygulaması, özyaşamöyküsel malzemeleri, gazete manşetlerini, ölüm ilanlarını, fotoğrafları, tek tek imgeleri, otobüste kulağa çalınan cümlecikleri, bir yemekte, barda ya da başka bir yerde öylesine sarf ediliveren sözleri birer kurmacaya dönüştürebilir. Malzemelerin üzerinde çiftler halinde çalışılabilir. Her iki eş de aynı noktadan yola çıkar ve yirmi dakika içinde ayrıntılandırma, ikilem/düğüm ve çözümden oluşan örüntüyü izleyen bir öykü çizgisi oluşturur. Bunlar grupla paylaşılır; sonra herkes, kendisine çekici gelen bir öykü çizgisini seçip öyküsünü yazar.
İngilizceden çevirenler : Yurdanur Salman, Deniz Hakyemez
Adam Öykü 33, Mart -Nİsan 2001: 27-32
Yorum Yap!
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.