Edebiyata yön veren yazarlar yazı yazarken neler yapıyor? Hangi alışkanlıkları yazmalarını daha rahat bir süreç haline getiriyor? Türk edebiyatına damga vuran romancılar. olmazsa olmazlarını kapatılan Vatan Gazetesi muhabiri Burak Kara’ya anlattı. 03 Aralık 2017’de gazetenin Pazar ekinde yayınlanan dosyayı arşivlerin tozlu raflarında kalmaması için paylaşıyoruz.
Orhan Pamuk:
“Hep en zoru ilk cümleye başlamak”
Pamuk, romanlarının ilk cümlesini 50 ya da 100 kez yeniden yazdığını söylüyor. Kareli deftere el yazısıyla yazan Pamuk, “Hep en zoru ilk cümle, çok acı veriyor” diyor. Bir sayfayı doldurduktan sonra yandaki sayfayı boş bırakıyor ve daha sonra buraya düzeltme notlarını alıyor. Defterlerini daha sonra bir daktilografa gönderiyor ve bu düzeltme işlemini birkaç kez tekrarlıyor. Nobel ödüllü yazar “Her şeyi planlıyorum” diyor ve ekliyor, “Romanın üslubu, içinde olan her şeyi ilk cümlede söylemek isterim. Bu nedenle onu yazması zordur. Bazı törencikler, bazı kurallar, ezberlenmiş alışkanlıklar beni disipline eder. ‘Nasıl iyi yazılır?’ sorusuna cevabım şudur: Yazarlık çok disiplinli bir iştir. Yüzlerce kuralınız olacak. Geleceksin. Kahveni yapacaksın. Ve küçük törencikler başlayacak. Hesabıma göre senede 300 güne yakın çalışıyorum ve 170-180 sayfa yazıyorum. Demek ki günde 0,75 sayfa yazıyorum. Bazen 15 gün uğraşıp 10 sayfa yazıyorsunuz, sonra hepsini çöpe atıyorsunuz.”
Ayşe Kulin
“Herkes uyurken ben yazarım”
Yazarken keşke kendimi kapatabilsem dış dünyaya. Dört çocuklu, sekiz torunlu, gündelik alışverişini kendi yapan, yemeğini kendi pişiren ama söküğünü dikemeyen herhangi bir kadınım. Herkes uyurken ben uyanırım ve saat 6 gibi yazmaya başlarım. 11’e kadar sürer bu. O vakitler bana aittir. Bazen akşam da yazıyorum. Her şart altında yazarım. Küçük bir dizüstü bilgisayarım var. Havaalanlarında, uzun otobüs yolculuklarında, her zaman her an her yerde üretebiliyorum ve gürültülerden kendimi ayırt edebiliyorum. Kafamı işime verdiğim zaman gürültü bana fazla dokunmuyor.
İlham perim yok. Hayatın içinde yaşayadururken tanık olduğum veya merak ettiğim tarihi olaylar beni romanların konusuna götürür.
Nedim Gürsel
“Yazmak demek ter dökmekle eşanlamlı”
Geçen yıl edebiyatta ellinci yılımı kutladık. Edebiyatın her türünde 40 kitap yazmışım.
Bu bir alışkanlıktan öte, disiplin ve çalışma anlamına geliyor. bir ritüelim olduğunu söyleyemem.
Kurmaca alanındaki tüm kitaplarımı, yani roman ve öykülerimi elimle yazdım. Sonra babamdan kalma Remington daktiloda, karbon kâğıt marifetiyle, temize çektim. Derken bilgisayar çıktı mertlik bozuldu. Ne var ki ben elle yazmaktan hala vazgeçmiş değilim. Yazmak demek benim için halâ beyaz kâğıdın karşısında ter dökmekle eş anlamlı.
“Nerelerde yazarsınız” sorusunu yıllar önce sorsaydınız “her yerde” diye yanıtlardım. Ne var ki bir süredir Paris’deki evimde yazıyorum. Ya da Kavacık’taki, Boğaz manzaralı çatı katında. Anadolu Hisarı’nda aileden kalma, bahçe içinde, denizle içiçe bir evimiz vardı. Satıldı. Boğazkesen’i o evde yazdım. Resimli Dünya romanımıysa Venedik’te Correr Kitaplığı’nda ya da bir süre kiraladığım karanlık bodrum katında. Öykülerimi, genelde, Paris kahvelerinde yazarım. Tehlikeli Sevişmeler’i örneğin. Yazarken klâsik müzik dinler, bol kahve ve Toscano purosu içerim.
Doğu Yücel
“Tişörtlerimin yakasını yerim!”
Her yere not alırım. Evin farklı noktalarında bloknotlar var. Kapaksız bloknotlar çünkü kapağını açmakla bile vakit kaybetmeden not almam gerekiyor.
Çalışma masamda yazarım kitaplarımı. Orhan Pamuk ‘sandalyeyi sevmeniz gerekir’ demişti. Romanın bitmesine doğru, uyuduğunuz saatler dışında sandalyede oturduğunuz düşünülürse sandalyenizle aşk yaşamanız gerektiği de söylenebilir. Bir odada yalnız başınıza olmanız önemli, Stephen King her şeyden önce kapınızı kapatın der.
Yazarken kahve içiyorum, sanırım çoğu yazar gibi. Ne yiyorum? Tişört yakası! Veya eşofman kollarının uçları. Kapüşonların ipleri. Gerçek! Kaç tişörtümün yakası mahvoldu öyle.
Ahmet Ümit
“Hazırlık süreci uzun sürüyor”
Yazma süreci değil de hazırlık süreci daha kapsamlı oluyor benim için. Konuyu belirledikten sonra bir yıl öncesinden olayın geçeceği bölgeye gidiyorum, orada araştırmalar yapıyorum, o konu üzerinde okumalar yapıyorum. Konunun uzmanlarıyla, akademisyenlerle görüşüp mekân seçimlerini yapıyorum. Aslına bakarsanız film çekecek gibi yerinde, yurdunda yapıyorum bütün ön çalışmayı. Kafamda bütün kurgu bitiyor sonra yazma süreci başlıyor. Yazmak için bir yerlere gitmiyorum bilgisayarımın olduğu her yerde yazarım ama genellikle evim ve Beyoğlu’ndaki ofisimde çalışmayı seviyorum. Eğer yazarken takıldığım olarsa hemen bırakırım.
Pınar Kür
“Denize ve ormana bakarak yazarım”
Yazma süreci, evet, filizlenme ile başlıyor. Fikrin nereden geleceği hiç belli olmuyor. Bu seferki kırk yıldır bildiğim bir şarkının sözlerinden çıktı mesela. Böylece adını birlikte getirdi. Her zaman öyle olmaz. Kimi kez kitap yazılıp bittikten sonra bile adını koymakta zorlanırım. Filizlenme süreci zaman açısından kitaptan kitaba değişse de hep aynıdır. Kişileri netleştirme, fiziksel özelliklerini gözümün önünde canlandırma, metnin kimin ağzından olacağını, ne kadarlık süreyi kapsayacağını, hangi mekanlarda geçeceğini belirleme gibi şeyleri evin içinde dört dönerek kişilerle yüz yüze konuşarak, geçmişlerini, geleceklerini sorgulayarak yaparım. Masam bana ait bir odada, mutlaka manzaralı ya da önü açık bir pencerenin önünde durur. Elmadağ’da otururken bir deli ağaca, Ayvalık’a denize, şimdiyse mevsime göre renk değiştiren bir ormana bakarak yazıyorum.
Yorum Yap!
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.