İnci Aral*
Çoğu insana göre yazabilmek doğuştan gelen bir donanımdır ve yazar olmak için yetenek ön koşuldur. Farklı sanat dallarında eğitim veren köklü okullar, atölyeler, usta çırak ilişkileri olmasına rağmen, ülkemizde yaratıcı yazarlık kurumlarının fazla bulunmaması, ilk bakışta bu kanıyı doğrular görünüyor.
Öte yandan uygulamalı sanatlar çok yanlış olarak bir ölçüde zanaat sayılmış, yazarlığa ise neredeyse tanrısal bir anlam yüklenmiş de olabilir. Ne olursa olsun son birkaç yıldır bu inancın kırılmaya başladığını ve yazarların gizemli bir güçle doğmamış olduklarının anlaşıldığını görüyoruz.
Bireysel kavrayışlar, sistemin getirdiği iç-dış dünyaya ilişkin duygu ve yaşantılardaki yetersizliklerle engeller, birçok insanı yazma uğraşına ve arayışlarına yöneltti. Yazarlığın çekici bir meslek olarak görülmeye başlanması, farklı deneyimlerin yazına dönüştürülme arzusu ve kitapların daha kolay yayımlanır oluşu da ilgiyi arttırdı. Yazmak isteyen ve yazmakla ilgili soruları olan her yaştan insan, yazarların yönettiği yazı atölyeleri ve kurslara katılmaya başladılar.
Bu kurslara giden kişiler farklı amaçlar taşıyor olabilirler. Yazma sanatına biraz daha yakından bakmak, yazma korkusunu yenmek, söyleyecek sözü olup olmadığına karar vermek ya da yazmaya nereden, nasıl başlanacağını bilmek isteyenler, arzusunun ne ölçüde gerçekçi özlemi gerçekleştirmeye en sonunda fırsat bulmuşlar da vardır belki.
Yazmanın terapi olduğuna inananlar, mutlaka yazarak anlatmak istediği kişisel bir hikâyeden yola çıkanlar, kültürel yarar sağlamak, okuma yazma birikiminin boyutunu ve bunu nasıl kullanabileceğini öğrenmek için gelenler de olabilir. Tümünde ortak bir yön görüyoruz: Yaratma ve bunu yaparken kendi kendimizi tanıyıp keşfetme isteği.
İnsan, evrenin büyüklüğü ve doğanın zenginliği içinde en yetenekli canlı olduğunu sürekli hissetme ihtiyacındadır. Bunu en yoğun biçimde bir gerçekliğe hayat verdiğimiz, bir düşünce ürünü ya da nesne ortaya koyabildiğimiz zaman duyarız. Kendi varlığını nesnenin ya da bir anlam bütününün yaşamında görme, kavrama olanağı, sanatın itici gücü olduğu kadar insanın yaşamını yaratarak sürdürme güdüsüyle de ilintilidir.
Yaratmak, doğanın ve evrimin temel taşıdır. Yazmaksa bize sunulanlarla yetinmeme, duyguları, düşünceleri en yüksek derecede estetik ölçütlerle ve etkileyici bir dille ifade edebilme cesaret ve girişimidir.
Yaşam boyunca kaygılar, yasak ve kurallarla karşılaşıyor, sayısız sınırlayıcı deneyimden geçiyoruz. Yazma eğitimi ve ardından gelen yaratma eylemi ise bize kendi zayıflığımızı ve sınırlarımızı fark etme, onları yenme bilinci kazandırıyor. Çünkü insanı sınırlayan engeller, aynı zamanda ortadan kaldırılmak üzere var olurlar. Sınırlanma ve genişleme bir arada yol alır ve yazma edimi büyük ölçüde uyuşmazlık ve gerilimden beslenir.
Yazı sanatına ilgi peşinen bu gerilim, merak ve geliştirilebilir yaratma arzusunu ifade ediyor. Ne ki hiçbir yazma yeteneği işlenmeden ortaya çıkmaz. İster kendi çabasıyla ister belli bir eğitim alarak olsun, insan sahip olduğu cevheri işlemek, yontup parlatmak zorundadır.
Yaratıcı Yazarlık Kursları olarak anılan etkinlikler, yazmanın temel dinamiklerini kavramak açısından belli ölçüde yararlı olabilir ama hiçbir kurs insanı yoktan yazar yapamaz. Yazarlık duygusu, sezgisi ve bilgisi insanın içindedir. Sistemli bir okuma, yazma, biriktirme çabası ve disiplinli çalışmayla yol alır ve yazar olma rüyası uzun sürer.
Yazmaya başlamak ciddi bir serüvendir. Tümüyle öznel ve bağımsız bir eylem, duygu ve düşüncelerin ben-merkezden yansıtıldığı bir alan, yoğun bir aktarımdır. Bu süreçte sürekli olarak kendi hayallerimiz, düşünce, yorum ve sözcüklerimizle karşılaşırız. Bu, değişik uyarılar ve duyumlarla yaşanan çok canlı bir süreçtir ve insanda aşkınlık duygusu yaratır. Yani kişinin kendini gerçekleştirme çabasının dışavurumu olarak, edilgen de olsa özgürleşme yoluna doğru bir atılımdır.
Bütün yazma hevesleri ve girişimleri heyecan verici olmakla birlikte yoğun bir kuşkuyla başlar. Bu, ne yaptığı, yaptığının bir anlamı olup olmadığı kuşkusudur. Yazmak bireysel bir eylem olmakla birlikte, başka gözlere ve görüşlere sunulamayan her çalışma bize –güzel de gelse– kesinlik kazanmamış görünür. Kendisi için yazdığını söylemek bencilce kalırız. Yazma çabası ancak başkalarıyla iletişim yoluyla anlam kazanır. Kurslar bu konuda ufuk açabilir. Güvenilir bir usta ya da hoca size ne yaptığınızı söyleyebilir.
Yazmak gözümüzün önünden bir an geçen bir görüntüyü, ruh halini, ışığı, yüzü yakalama, hayal gücümüzle yeniden kurarak anlatabilme, sesleri işaretleri ayrıştırma, soyutlayabilme becerisidir. Nasıl ve neyi yazacağını her şeyden önce insan kendisi keşfetmek zorundadır ve bu birkaç haftalık bir atölye çalışmasıyla öğrenilebilecek bir zanaat değildir. Yazarlığın bütün bir ömre yayılan sistemli bir çalışma, özverili bir kendini yeniden inşa etme eylemi olduğunu bilmeyen kişi yazmaya heves etmemelidir.
Yazmaya girişmek heyecan verici ve güzel olduğu kadar nereye düşeceğinizi bilmediğiniz tehlikeli bir sıçrayış, sonunu önceden göremediğiniz bir serüvene atılmaktır. Kendimizi bütün varlığımızla yazıya adamaya karar versek bile, sonuçta isteğimiz ya da yatkınlığımız konusunda doğru karar vermemiş olduğumuzu görmeye, yanıldığımızı anlamaya ve kabul etmeye en baştan açık olmalıyız.
*Yazma Büyüsü (2011, s. 26-28)
Yorum Yap!
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.