Günümüzde yaratıcı yazarlık atölyelerinin sayısı giderek artıyor. Haliyle “yaratıcılık veya yazarlık kurslarda öğrenilecek bir şey midir?” sorusu da akıllarda yerini alıyor. Kimileri bu atölyeleri olumlu karşılarken kimileri de bir anlam ifade edemeyeceğini söylüyor. Bizler de Aydınlık Kitap*’ın bu sayıdaki kapağında bu konuyu ele almaya karar verdik. Konuyla ilgili yaratıcı yazarlık atölyeleri yönetmiş yazarlara, katılımcı öğrencilere ve bu konu üzerine yoğun araştırma içerisindeki akademisyenlere bazı sorular yönelttik.
“Yazarlık atölyelerinin işlevi nedir? Bu tür atölyelerden beklenti nedir – bu atölyelerin asıl verebilecekleri nelerdir? Yazarlık kurslarda öğrenilir mi? Yazı yazmanın altyapısını oluşturacak çalışmalar nelerdir? Bu atölyelere ilginin artması edebiyatımız açısından nasıl bir gelişmedir; sadece bizde değil, tüm dünyada var olan yazarlar arası usta – çırak ilişkisini yeniden canlandırır mı? Yoksa yazarlık kursları yazarlığı bir piyasa ürünü haline mi getiriyor?” Edebiyat dünyasına bir fikir sunmak amacıyla açtığımız bu dosya umarız zihinlerde bir tartışma filizlendirir.
Sonunda herkes kendi yolunu kendisi yürüyecektir
Semih Gümüş / Yazar
Yaratıcı yazarlık atölyelerinin yazar adaylarına önemli katkıları olabileceğini düşünüyorum. Bu çalışmalar içinde edindiğim deneyimlerime dayanarak söylüyorum. Sonunda yazarlık yolunun başında bulunanlar kendi başlarına, kendi yollarını herhangi bir destek almadan yürüyor. Atölyeler onlara hangi yoldan, nasıl yürüneceğini anlatarak gerçek katkılar yapabilir.
Ben bugüne dek Notos Yaratıcı Yazarlık Atölyesi’ne gelen hiç kimsenin oradan yazar olarak çıkmayı beklediğini görmedim. Aklı başında hiç kimse de böyle düşünmez. En önemli beklenti, yazdıklarının nasıl olduğunu bilmek ve nasıl olması gerektiğini öğrenmektir. Dolayısıyla bunun için neler yapılması gerektiği konusunda kendilerine somut katkılarda bulunulması beklenir. Yaratıcı yazarlık çalışmaları da bu beklentilere aynıyla karşılık vermeye çalışır. Ciddi yapılırsa, verir de. Benim anlayışım da yararlılığı öne koyan bir anlayış içinde, hep böyle olmuştur.
Yazarlığın altyapısını okumak oluşturur. Her şeyden önce okumak ama doğru ve eleştirel biçimde okumak. Ben kendi bulunduğum atölyelerde yazmakla doğru bir okuma biçimi edinmeyi birbirine özdeş iki yol olarak değerlendirmeye çalışırım ve böyle yapılmasını öneririm. Doğru bir okuma biçimiyle yoğun olarak okumayı sürdüren herkes, yazmaya kararlıysa, sonunda yazar. Bundan da kuşku duymam.
Usta-çırak ilişkisi eskisi gibi olmuyor artık. Günümüzde yaşadığımız hayat bu tür ilişkilere pek izin vermiyor. Aslında en doğrusu da çırakların hiç kimsenin yardımını almadan, kendi yollarını bulmasıdır. Ben kendi bulunduğum atölyede her zaman belirtirim bunu. Atölye çalışmalarına katılıyorsunuz, evet, bir yere kadar gerekli olabilir, ama nereye kadar. Sonunda herkes kendi yolunu kendisi yürüyecektir.
Yaratıcı Yazarlık Bir Sanat Eğitimidir
Murat Gülsoy
Elbette yazarlık öğrenilebilir ve öğretilebilir bir sanattır. Bugün kalem oynatan tüm yazarlar da bunu bir şekilde öğrenmişlerdir ve yazdıkları sürece öğrenmeye de devam ederler. Ancak bu tür konuların çok yüzeysel şekilde ele alındığı ortamlarda kestirmeci bir yaklaşımla denir ki “Marquez olmak öğretilir mi? İnsan Yaşar Kemal olmayı öğrenebilir mi?” Elbette böyle bir şey mümkün değildir. Çünkü Yaratıcı Yazarlık bir sanat eğitimidir ve sanatçı adayına o alanın teknik ve kuramsal bilgilerini aktarmak, yazar adayına çalışabileceği atölyeyi sunmakla sorumludur. Tıpkı resim sanatını öğreten akademiler gibi…Akademide de kimseye Picasso olmak öğretilmez. Sanat insanın kendini ve dünyayı keşfetme macerasıdır… Ancak eğitimle ve çalışmayla sanatı yan yana düşünemeyen zihinler için yazarlık da diğer tüm “yetenekler” gibi doğuştan gelir. Bu yaklaşımsa insanı hiçbir yere götürmez. Orhan Pamuk’un dediği gibi roman yazmak için belli sayıda iyi roman okumak yeterlidir. Yani yazarlık temelde okuyarak öğrenebileceğiniz bir sanattır. Ama kendi kendine doğuştan gelen bir yetenek değildir. Doğuştan gelen potansiyellerimizdir, yetenekler bu potansiyellerin eğitimle yeteneğe dönüştürülmesidir. Yazmayı başka yazarlardan öğreniriz. Elbette okuyarak, düşünerek ve yazarak… Ama kimleri okuyarak öğrendiğimize bağlı olarak bizim yazarlığımız da farklılaşır. Benzer bir durum Yaratıcı Yazarlık atölyeleri için de söz konusudur.
Burada deneyimli bir yazarın ya da eğitimcinin rehberliğinde başkalarıyla beraber öğrenirsiniz. Atölyenin bir işe yarayıp yaramadığı kim tarafından nasıl yürütüldüğüne bağlı olarak değişir. Günümüzde insanların bu konuya bir talebi olduğu için çok sayıda atölye açılıyor. Ama bunlar ne derece yetkindir, ne tür bir eğitim veriyorlar, iyi araştırmak gerekir. Bu atölyeyi yürüten kişinin yetkinliği çok önemli. Ben bu tür bir atölye çalışmasını yaklaşık on yıldır yürütüyorum; ayrıca Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatı Bölümü’nde ders olarak da açıyorum. Neler yaptığımı, derslerde anlattıklarımı kitap haline getirdim. Okurlar neler yaptığımızı Büyübozumu: Yaratıcı Yazarlık adını taşıyan kitabımda ayrıntılarıyla buluyorlar. Atölyeye gelemeyenler sadece bu kitabımı okuyarak yararlandıklarını söylüyorlar ve bu da beni mutlu ediyor. Yazarlığa bu ilginin artması elbette edebiyatımız için sevindirici bir gelişmedir. Nicelik her şey demek değildir tabii ama belirli bir niteliğe sıçrayabilmek için nicel bir değişim de şarttır. Ancak yaratıcı yazarlık atölyelerini usta-çırak ilişkisine de benzetmemek gerekir. Bunu çok doğru bulmuyorum. Eğitimi veren yazarın kendine benzer yazarlar yetiştirmesi değildir, olmamalıdır. Eğitimi veren yazarı bu konuda uyanık olması, kendini sürekli izlemesi gerekir. Amaç, eğitimi alanın kendi yolunu bulmasında rehberlik etmektir. Kendine müritler yetiştirmek değil.
Yaratıcı yazarlık: Kötü bir fantezi!
Mesut Varlık/ Akademisyen
Türkiye’de yaratıcı yazarlık endüstrisi, 1980 Darbesi’nin ardında bıraktığı entelektüel ortamda, 1990’lar itibariyle ortaya çıkmaya başladı. Önceleri çeşitli dergi çevrelerinde “yaratıcılık”tan, “yaratıcı yazarlık”tan dem vuruldu, çok geçmeden de kurslar açılmaya başladı.
XX. yüzyılın başlarında ABD’de gerekli görülen pedagojik bir müdahalenin, zaman içerisinde dünya edebiyatını handiyse tamamen etkileyecek bu sonuca varacağını kimse tahmin etmemişti. Bugün, bırakın Türkiye’yi ABD’de dahi bu dersleri verenlerin arasında yaratıcı yazarlık endüstrisinin tarihinden ve ortaya çıkardığı sonuçlardan haberdar olan çok az kişi bulunuyor. Dünyada (özellikle ABD’de) “yaratıcı yazarlık”ı öğretme iddiasında sayısız kitap varken, ona eleştirel yaklaşan yahut tarihine odaklanan sayılı eserin bulunması, bunun bir göstergesi. Bu endüstrinin kurumsallaştığı ve kendi dışında nefes alacak yer bırakmadığı ABD ve kurumsallaşma sürecinde hızla ilerleyen Batı ülkelerinin yanında, Türkiye’nin bu konudaki “gecikmişliği”ni gerçek bir şans olarak görüyorum.
Kültür endüstrilerinin nispeten hâkimiyeti altına alamadığı yegâne alan olan edebiyat, yaratıcı yazarlık endüstrisinin gelişimiyle birlikte, tıpkı ABD’de olduğu gibi bütün bütüne piyasanın isterleri etrafında örgütlenen bir yapıya doğru ilerliyor.
Dünyada edebiyat adına binlerce yıldır ortaya konan eserler usta-çırak ilişkisi içerisinde oluşturuldu. Oysa yaratıcı yazarlık endüstrisinin içinden konuşan herhangi bir ders kitabını elinize alın (bunun en son örneği, Semih Gümüş’ün, ismiyle müsemma kitabı Yazar Olabilir miyim?’dir); okurda değiştirilmeye çalışılan ilk intibaın usta-çırak ilişkisine dair olduğunu ve bu yolla edebî üretimde bulunmanın neredeyse zararlı olduğunu altını çizerek söylediklerini göreceksiniz.
Ama bu kitapların hiçbiri, usta-çırak ilişkisiyle binlerce yılda edebiyatın geldiği noktayı açıklayabilmekten uzaktırlar. Çünkü usta-çırak ilişkisi; edebiyatı piyasanın isterlerine emanet edebilmek, hızlı/çok yazmak, yayımlamak, ajanslara bolca malzeme sunmak, dolaşıma elden geldiğince fazla kitap sokmak… gibi amaçlara yanıt vermekte yetersiz kalmaktadır. Oysa öğretmen-öğrenci ilişkisi -çok uzun zamandır olduğu gibi- bütün bu ihtiyaçları karşılamaya yönelik ideal yöntemdir. Usta-çırak ilişkisinde gün gelir usta, çırağına uzaklaşması gerektiğini söyler. Hasan Ali Toptaş-Bekir Yıldız ilişkisi buna iyi bir örnektir. Oysa bugüne kadar kendi derslerinin bir yazar adayına zarar verdiğini söyleyerek artık dersleri takip etmemesini söyleyen bir “öğretmen-yazar” oldu mu? Grup çalışmasıyla edebî üretim iddiasında bulunmanın kötü bir fantazi olduğunu görmek gerekiyor.
Yaratıcı yazarlık endüstrisi nedeniyle, ge-nelde dünya edebiyatı, özelde ise Türkçe edebiyat, yazıyla “faydacı” bir mantıkla kurulan “araçsal” ilişkinin sonucunda, doğaya karışmak bilmeyen “plastik” bir yapıya doğru “ilerliyor”. Edebiyatın iki yanı vardır: Biri, üretimin toplumsal yansıması ve ortaya çıkardığı ilişkiler ağı bağlamında toplumsal yanı; diğeri ise metin ile -yazar dâhil herhangi bir- okur arasında kurulan ilişkiden mütevellit şahsi yanı. İlkine yapılan nefes aldırmaz müdahalenin nasıl sonuçlar verdiğini edebiyat tarihinde çokça gördük. İkincisine yapılan müdahalenin sonuçlarını ise Türkiye’de de hızla görmeye başladık. Bu konu üzerine, şahsi sohbetler haricinde, eleştirel yaklaşım geliştiren bir elin parmakları kadar dahi ismin olmayışı, edebiyatımız adına, her şeyden daha çok düşündürücü geliyor bana.
Hiçbir kurs insanı yoktan yazar yapamaz
İnci Aral/ Yazar
Bireysel kavrayışlar, sistemin getirdiği iç-dış dünyaya ilişkin duygu ve yaşantılardaki yetersizliklerle engeller, bir çok insanı yaratıcı alanlara ve yazma uğraş ve arayışlarına yöneltti. Yazarlığın çekici bir meslek olarak görülmeye başlanması, farklı deneyimlerin yazına dönüştürülme arzusu ve kitapların daha kolay yayımlanır oluşu da ilgiyi arttırdı. Yazmak isteyen ve yazmakla ilgili soruları olan her yaştan insan yazarların yönettiği yazı atölyeleri ve kurslara katılmaya başladılar.
Yazma sanatına yakından bakmak, yazma korkusunu yenmek, söyleyecek sözü olup olmadığını anlamak ya da yazmaya nereden, nasıl başlanacağını öğrenmek için kurslara katılanlar var. Yazma arzusunun gerçekçi olup olmadığını görmek ya da oldum olası yazmak isteyip de sürekli ertelenmiş özlemini denemeye en sonunda fırsat bulmuşlar da olabilir. Yazmanın terapi olduğuna inananlar, kültürel yarar sağlamak, okuma yazma birikiminin boyutunu ve bunu nasıl kullanılabileceğini öğrenmek amacıyla kurs almak isteyenler de çıkabilir.
Yaratıcı Yazarlık Kursları olarak anılan etkinlikler, yazmanın temel dinamiklerini kavramak açısından belli ölçüde yararlı olabilir ama hiçbir kurs insanı yoktan yazar yapamaz. Teori ile edebiyat içinde var olabilmek zordur. Yazarlık duygusu, sezgisi ve bilgisi insanın içindedir. Sistemli bir okuma, yazma, biriktirme çabası ve disiplinli çalışmayla yol alır ve yazar olma rüyası uzun sürer.
Bütün yazma hevesleri ve girişimleri yazdığının bir anlamı olup olmadığı kuşkusu ile başlar. Yazmak bireysel bir eylem olmakla birlikte başka gözlere ve görüşlere sunulamayan her çalışma -yazana güzel de gelse- kesinlik kazanmamış görünür. Yaratacağı etkiyi görmeden yazdıklarımıza inanamaz çoğu kez umutsuz kalırız. Yazma eylemi ancak başkalarıyla iletişim yoluyla anlam kazanır. Kurslar bu konuda ufuk açabilir. Güvenilir bir usta ya da hoca size ne yaptığınızı söyleyebilir.
Yazarlığa ve yazarlık kurslarına ilginin Türk edebiyatına yararı gençlerin edebiyat ortamını ve yazarları izleyerek daha çok kitap okumaları olabilir. Ancak kurs verdiğim dönemde bu umudumun pek yerinde olmadığını da gördüm. Kursiyerlerin büyük bölümü Türk ve Dünya edebiyatından büyük ölçüde habersizdiler ve çok satar kitaplar dışında ne okuyacaklarını bilmiyorlardı.
Edebiyatta bire bir usta çırak ilişkisine inanmıyorum. Yazarın ustaları dünyanın önemli yazarları olmalıdır. İnsan nasıl yazacağını her şeyden önce çok fazla ve nitelikli kitaplar okuyarak öğrenir. Okumadan kesinlikle yazılamaz. Ayrıca nasıl ve neyi yazacağını insan kendisi keşfetmek zorundadır ve bu iş birkaç haftalık bir atölye çalışmasıyla öğrenilebilecek bir zanaat değildir. Yazarlığın bütün bir ömre yayılan sistemli bir çalışma, özverili bir kendini yeniden inşa etme eylemi olduğunu bilmeyen kişi yazmaya heves etmemelidir.
Formül ararken şablonlara saplanma ihtimali
Irmak Zileli / Yazar
Yazarlık atölyelerine hiç katılmadım. Açıkçası oralarda ne anlatıldığını, nasıl bir çalışma yürütüldüğünü bilmiyorum. Bilmeden de üzerine söz söylemek bir hayli güç. Yine de bu tür yazarlık atölyelerine mesafeli durduğumu söylemek zorundayım. Yazarlığın tek okulu vardır bana göre, çok okumak. Okumanın içine yalnızca kurmacayı değil, kuramsal okumaları da katıyorum. Kurmacalar edebiyat çıtamızı geliştirir. İyi ile kötüyü ayırt etme yetisini çok okuyarak kazanabiliriz.
Edebiyata bakışımız, edebiyat zevkimizle birlikte gelişir. Kuramsal okumaları eksik bırakmadığımızda da kurmaca metinlere ilişkin değerlendirmelerimiz beslenir ve derinleşir. Sezgisel olarak edindiğimiz beğeni değerlendirmeleri, birikimin üzerinde yükselmeye başlar. Kuramsal okumalar bizi edebiyat üzerine daha çok düşünmeye zorlar. Dil, kurgu, karakter oluşturma, metnin felsefesi gibi konuları bu kuramsal okumalar ışığında tartışarak, kendi poetikamızı da adım adım oluşturabiliriz. Okuduğumuz kurmacalar üzerine yaptığımız eleştirel okumaları yazıya dökmek de bence yazma eylemimizi geliştireceği ve yazıyı aynı zamanda bir düşünme yöntemi olarak besleyeceği için iyi bir yoldur. Metinlerimizi fikirlerine güvendiğimiz arkadaşlarımızla paylaşmak ve açık, mert, cesur eleştirel okumalara, tartışmalara açık olmak da bence yazarlık okulunun olmazsa olmazıdır. Yazarlık atölyelerinde tüm bunlar sağlanıyorsa eğer mutlaka yararlıdır, ama eğer yazmanın formülleri verilmeye çalışılıyorsa ya da buralara gidenler yazarlığın formülünü arıyorlarsa boşa bir çabadır bu. Aksine formül ararken şablonlara saplanma ihtimali çok daha yüksektir. Bu da herhalde, eğer öyle bir şey varsa, yazarlık “yeteneğine” en büyük öldürücü darbe olur. Formüller ve şablonlar özgünlük değil, aynılık yaratır. Aynılığın ise “yaratıcı yazarlık”a gidecek yolun taşlarından biri olabileceğini sanıyorum.
Edebiyata ve sanata atfedilen kutsallık bir yanılgı
Semra Bülgin/ Atölye Katılımcısı
aratıcı yazarlık atölyelerinde amaç, katılımcıları yazıyla bir arada tutmak, kör okumalar yerine daha bilinçli okumalar yapmalarını sağlamak, ne yazıldığından ziyade nasıl yazıldığına bakmayı ve dilin kullanılışını öğretmek. Bir atölyeye giderek yazar olunabileceği fikri, çocuksu bir hayal ama bu yolda yürümek için cesaret verecek bir ilk adım olabilir. Çoğunluğunu orta yaş ve üzerindekilerin oluşturduğu katılımcıların, bu atölyelerde öğrendiği diğer bir şey ise eleştirmek ve daha önemlisi eleştirilmek. Bu, sadece edebiyat alanında değil yaşamın pratiğinde de, mutlak doğrular inancından sıyrılıp özgürleşmemizi sağlayacak değerli bir kazanım.
Atölye sayısının artması sevindirici bir gelişme. Şüphesiz, bütün atölyeler ticari bir kaygı taşımaktadır. Aksini düşünmek fazlaca romantiklik olur. Belki de gene bu ticari kaygı, atölyeleri daha iyi olmak, gelişmek yönünde zorlayacaktır. Yeni olan karşısında yargılayıcı, engelleyici olmak yerine, kararı zamana bırakmak, katılımcıların seçimine güvenmek gerektiğini düşünüyorum.
Yazarlık atölyeleri dili ve yazım tekniklerini öğretmesinden daha çok, yazmanın bir insan eylemi olduğunu, emek verilirse ve istenirse her insanın yazabileceğini göstermesi açısından anlamlıdır. Hiçbir eylem kutsal değildir ve seçilmişlere bahşedilmemiştir. Edebiyata ve sanata atfedilen kutsallık, bu alanlarda otorite olanların, sessiz onamalarıyla zihinlerimizde yer etmiş bir yanılgı. Bana göre, edebiyat atölyelerinin, zihinlerdeki bu yanılgıyı ortadan kaldırmaya başlaması bile gereklilikleri için yeterli.
“Doğru yönetici” kavramı oldukça önemli
Emel Telci/ Atölye Katılımcısı
Katılımcı olarak bulunduğum yaratıcı yazarlık atölyelerinde bir “hobi bahçesi” kavramı keşfettim. Emekli olmuş, evde yalnız kalmak istemeyen, “arkadaş edinirim belki” diyen kişilerin yazmaya ve okumaya dair “gerçek” yeterliliklerinin yönetici tarafından zerre ölçüme tabi tutulmadan yazar olma yoluna sokulduğu bir “entellektüel uğraş” ortamı olarak tanımlıyorum kendi gittiğim yaratıcı yazarlık atölyesini. Yazmak, okuma uğraşının sağlamlaşmasıyla ilerler ve pratikle birlikte doğru bir noktaya gider. Bu tür atölyeler, yazma konusunda “cevher” taşıyan kişilerin yönetici yazar tarafından keşfedilmesiyle, onun koçluğunda kurulan bir ortamda fikirlerin, yazıların, eleştirilerin çarpıştırılmasıyla yeni bir bilinç ve güçlü bir yazma biçimi kazanmasına önayak olabilir. Fakat “doğru yönetici” kavramı oldukça önemli bu noktada. Kendine, kendi asalağını yaratmaya çalışan bir yönetici değil, ekiptekilere kendi yollarını bulmalarını sağlayacak savaş meydanını yaratan bir yönetici. Yazma konusunda temellenmiş bir öğrencinin pratik alanının ve zihin dünyasının gelişmesinde yazarlık atölyeleri doğru işletilebilir ve “para gelsin” mantığından uzaklaşırsa önemli katkılar sağlayabilir.
Yazarlık öğretilemez ama yazmak başka yazarlardan öğrenilebilir
Feridun Andaç / Yazar
Yazarlık atölyelerine hiç katılmadım. Açıkçası oralarda ne anlatıldığını, nasıl bir çalışma yürütüldüğünü bilmiyorum. Bilmeden de üzerine söz söylemek bir hayli güç. Yine de bu tür yazarlık atölyelerine mesafeli durduğumu söylemek zorundayım. Yazarlığın tek okulu vardır bana göre, çok okumak. Okumanın içine yalnızca kurmacayı değil, kuramsal okumaları da katıyorum. Kurmacalar edebiyat çıtamızı geliştirir. İyi ile kötüyü ayırt etme yetisini çok okuyarak kazanabiliriz.
Edebiyata bakışımız, edebiyat zevkimizle birlikte gelişir. Kuramsal okumaları eksik bırakmadığımızda da kurmaca metinlere ilişkin değerlendirmelerimiz beslenir ve derinleşir. Sezgisel olarak edindiğimiz beğeni değerlendirmeleri, birikimin üzerinde yükselmeye başlar. Kuramsal okumalar bizi edebiyat üzerine daha çok düşünmeye zorlar. Dil, kurgu, karakter oluşturma, metnin felsefesi gibi konuları bu kuramsal okumalar ışığında tartışarak, kendi poetikamızı da adım adım oluşturabiliriz. Okuduğumuz kurmacalar üzerine yaptığımız eleştirel okumaları yazıya dökmek de bence yazma eylemimizi geliştireceği ve yazıyı aynı zamanda bir düşünme yöntemi olarak besleyeceği için iyi bir yoldur. Metinlerimizi fikirlerine güvendiğimiz arkadaşlarımızla paylaşmak ve açık, mert, cesur eleştirel okumalara, tartışmalara açık olmak da bence yazarlık okulunun olmazsa olmazıdır. Yazarlık atölyelerinde tüm bunlar sağlanıyorsa eğer mutlaka yararlıdır, ama eğer yazmanın formülleri verilmeye çalışılıyorsa ya da buralara gidenler yazarlığın formülünü arıyorlarsa boşa bir çabadır bu. Aksine formül ararken şablonlara saplanma ihtimali çok daha yüksektir.
Bu da herhalde, eğer öyle bir şey varsa, yazarlık “yeteneğine” en büyük öldürücü darbe olur. Formüller ve şablonlar özgünlük değil, aynılık yaratır. Aynılığın ise “yaratıcı yazarlık”a gidecek yolun taşlarından biri olabileceğini sanıyorum. Formül ararken şablonlara saplanma ihtimali Elbette ki bu tür atölyelerde “öğrenmek” esastır. Usta-çırak ilişkisi ön plandadır. Resim yapmayı, yazı yazmayı, herhangi bir müzik aletini çalmayı siz öğrenebilirsiniz; bunların öğretilebilir/ öğrenilebilir yanları vardır. İyi bilen birinin yanında ona bakarak/ onu gözleyerek/ ona sorarak bunların zanaat yanını öğrenebilirsiniz. Yaratıcılık yanı ise öğretilemez, bu tür atölyelerde edindiğiniz disiplin, yol/yordamla sizin içinizdeki yaratıcılık ortaya çıkabilir. İşte bu noktada da bunu nasıl geliştirebileceğinizin disiplinleri öğretilir size atölyelerde. Kendi payıma, yaklaşık yirmi yıldır üniversitelerde, kültür merkezlerinde, sanat işliklerinde “yaratıcı yazarlık dersleri” verirken oluşturduğum programlarda öncelediğim de budur.
Yazmak her şeyden önce bir içdisiplin işidir, öncelikle bunu öğrenebilmek için iyi bir okur olmak gerekir. Bu nasıl sağlanacaktır? Düz bir okurluktan düşünceli okurluğa, oradan da yazar okurluğuna nasıl geçilecektir, vb. Bunların yolunu yordamını göstermeye çalışırım. Belirli metinleri çözümleyerek, belli başlı yazarları okuma biçimlerini anlatarak/ tanıtarak/çözümleyip yorumlayarak yol almalarını sağlarım. Öte yandan izlettiğim filmlerle de yaratıcı dünyalarının ufkunun nelerle/niçin beslenmesi gerektiğini hatırlatmaya çalışırım sürekli.
Tüm bunlar bir anlamla usta-çırak ilişkisine benzer bir yolculuğu içerir. Kendi yazarlık tutumumu “empoze” etmektense, kendi deneyimlerimi de aktarmayı göz ardı etmiyorum elbette. Hem yazarken, hem okurken, hem de yaşarken edindiklerime de yer yer değinirim. “Kimse sizden yazı yazmayı istemez, önce kendiniz için yazmalısınız” derim. Kendinizi yazmaya inandırmalısınız. Orada ilk göreceğiniz şey şudur: Peki ben nasıl bir okurum, nasıl bir hayat yaşıyorum, ne yazmak istiyorum ve niçin yazmak istiyorum gibisinden sorular da üşüşecektir zihninize… İşte tüm bunların ve daha birçok şeyin yanıtını ararız biz atölye çalışmalarında. İlk sözüm ise hep şu olmuştur: Yazarlık öğretilemez, ben bunu yapacak değilim zaten; ama yazmak başka yazarlardan öğrenilebilir; onların yazdıklarından. Burada da bunun yolunu/ yordamını göstermeye çalışacağım…
Diğer yanına gelince: Buradan edebiyatçı çıkar mı? Çıkar, çıkanlar var. Bir dönem edebiyat dergileri ve edebiyat ödülleriydi bunun arenası. Ama giderek işlevselliklerini, hatta güvenilirliklerini yitirdi bunlar. Gene de, ben, edebiyat dergilerinin her zaman edebiyatın mutfağı/laboratuvarı olduğu görüşüne sadığımdır.
*31 Ağustos 2012 Cuma Aydınlık Kitap
Şu yazı da ilginizi çekebilir:
Yazarlık kursta öğrenilir mi?
Yorum Yap!
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.